Benim Oyuncaklarım Vardı…

Kasımpaşa yılları..

50’lerin ikinci yarısı, 60’ların başı..

Yoksul ve orta gelirli mahallerde oyuncağın az, oyunun çok olduğu yıllar..

Oyunlar; yakan top, seksek, körebe, istop, kukalı ve sek! saklambaç, çelik çomak, ip atlama, sessiz film, köşe kapmaca, birdirbir, uzun eşek, bezirgan başı, kartopu, 5 taş, 9 taş, kızak kaymak, ceviz, misket, topaç………

Tabii ki büyük tutku futbol..

Ama lastik top ile genellikle..

Çünkü şambrelli meşin top bulmak dert..

Peki konu başlığında yani oyuncaklarda durum ne idi?

Zengin aileler için pek sorun yok o yıllarda..

Zira Beyoğlu’nda Japon Mağazası var..

Lüks oyuncakların satış adresi..

Hatta yetişkinler dahi müptelası oluyor bu dükkanın..

Dönemin gazeteleri bu yetişkin müşteri kitlesini “sakallı bebekler” diye niteliyor..

Hele yılbaşı önceleri, genelde Alman, Çek ve Fransız oyuncakları revaçta ve tabii ki fiyatlar el yakıcı seviyeye geliyor o süreçte..

Şanslı bir azınlık edine biliyor bu oyuncakları..

Ya biz ne yapardık?

Neyle oynar, çocukluğumuzu nasıl yaşardık?

Annemin Eyüp’ten aldığı topraktan mamul bir darbukam vardı..

Ben de çoğu İstanbullu gibi o günlerde, Eyüp oyuncakları ile büyümüştüm.. Evet, benim ana oyuncağım, meşgalem darbuka idi.. Ama bir dolu arkadaşım da yine Eyüp semti işi çıngıraklı arabalar, üflendiğinde düdüğü öten toprak minik testiler, boyalı beşikler, itildiğinde kanat çarpan iki tekerlekli değnekler vardı.. Bugün bu oyuncakları görmek ancak Sunay Akın’ın Erenköy’deki Oyuncak Müzesi’nde mümkündür.. 1950’lerin sonunda Cumhuriyet Gazetesi’nde bir haber ciddi bir şaşkınlık yaratır.. Amerika’dan bir firma Eyüp oyuncaklardan almak ister.. Nedenini kimse anlamaz.. Alıp almadıklarına dair bir kayda rastlamadım..

O dönemde, “Ne-Kur” marka rengârenk, tenekeden mamul, uygun fiyatlı, ithal mallar kadar sağlam olduğu iddia edilen ve Nevzat Kurt tarafından üretilen polis, ambulans, itfaiye araçları ile tank, tüfek, tabanca gibi ikinci dünya savaşı sonrası üretimi artan vurdulu kırdılı oyuncaklar revaçtadır..

Babamın Kore Savaşı nedeniyle gidip o ülkeden 52 yılında ablama getirdiği ve ismini Menekşe koyduğu, kurulduğunda yürürken aynı zamanda kendi etrafında da dönen ve elindeki menekşe çiçeği koklayan bebek ile teyzemin eşi eniştemin “63”de Almanya’dan getirdiği, kurmalı, farı ve çakarlı lambası yanan, istenildiğinde didonu elle kırıp dairesel bir yörüngede kurması bitene dek dönmesi mümkün olan polis motosikleti ve tetiğine bastığında silah sesi verirken aynı anda sarı, beyaz, kırmızı ışıklarının yanıp söndüğü makinalı tüfek, küçüklüğümüzün en güzel, elimize bile itina ile aldığımız, evin en nadide köşesinde muhafaza ettiğimiz renkleriydi..

Tabii ki bilye, hulahoop, çember, envai çeşit topaç, telden araba, sapan, su tabancası, çatapat, para maçı tahtası, tornet, kurşun asker, Teksas, Tommiks, Doğan Kardeş, gazoz kapakları, çiklet ya da çikolatalardan çıkan futbolcu ve artist resimleri, çıtalı ya da şeytan uçurtmaları en önemli oyuncak ve meşgalelerimiz idi.. Uçurtma konusuna bir parantez açmak isterim.. İthal uçurtmaların sahibi olan azınlığın dışında hemen her aile babası, çocuklarına basit uçurtma imali konusunda uzmanlaşmıştı.. Rüzgarlı havalarda gökyüzü kuyrukları süslü rengarenk uçurtmalarla bürünürdü.. Biz de ya o yıllar gerçek anlamda ok meydanı olan Okmeydanı’na ya da Kâğıthane gibi açık alanlara gider, mahalle arasında uçurtmalarımızın “havai hatlara” takılması badiresini yaşamazdık.. İlginçtir ki 1952 yılında İETT Genel Müdürlüğü’nün, “aile reislerinin dikkatine” başlıklı bir ilanla, uçurtmaların havai hatlara takılmaları nedeniyle kesintiler yaşandığını, bu nedenle hatların olduğu yerlerde uçurtma uçurulmamasını tembihlediğine dair tarihsel bir kayıt da mevcuttur..

Biz sokakta oyun oynayan, hiç bir ayrım yapmadan bir dolu arkadaşı olan, “ezan okununca evde ol” talimatına harfiyen riayet eden, dizleri kanayıp eve dönen, mahalle aralarındaki su birikintilerinde kağıttan kayık yüzdüren, en basitinden de olsa mutlaka oyuncakları olan mutlu bir nesildik..

Sonra, ilkin ayrımcılık, zengin, fakir, Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Rum, Musevi, Gâvur, ardından da PC, tablet ve telefonlar çıktı ve “bu hale” geldik..

Hangi hale mi?

Herkes kendi halini sorgularsa bu sorunun yanıtını kendinde bulabilir ancak..

İçimizdeki oyun, oyuncak, çocukluk enerjisi ve dostluğunu korumak umuduyla………

Yaşar Morpınar 
Dezavantajlı Grupların Gönüllü Ritm Eğitmeni

Fotoğraf : Senem Şentürk

Hakkında Yaşar Morpınar

Ayrıca Kontrol Et

O Eski Günler (2)

Sonraki yıllarda Orhan Pamuk’un bir romanının da adı olan ‘’Yeni Hayat” şekerlemesinin tanesini 2.5 kuruşa …

Bir Yorum

  1. Elinize sağlık. Öğretmenler gününde hocaya yakışır yazı. Ama o tadı alamayacak şimdiki nesil ne yazık ki. Oyuncağı bıraktım, sokakta gazoz kapaklarını dizip, misketi mındik atıp baş yada baş altından o diziyi vurup topladığı o kapaklarla mutlu olma kavramını kime anlatabiliriz.

Bir yanıt yazın

Translate »