07 Şubat’da yayımlanan yazımın tekrarı olacak gibi bu yazı. O yazı da önceki yazılarımın tekrarıydı. Ve ben artık tükendiğimi hissediyorum. Tükenme nedenim yaşadıklarımız değil. Yaşadıklarımızın nedenleri. Yani bizatihi kendimiz. Bizim değişme şansımızın tavla oynarken 10 defa arka arkaya altı altı atmaktan çok ama çok daha az olduğunu düşünüyorum.
Sayın Okurlar, nedensellik ilkesini anlatacak değilim burada. Öncelikle size saygısızlık olur. İstediğiniz anda internet dahil çok fazla kaynakta bu ilkeyi okuyabilirsiniz. Aşırı özeti aynı nedenler aynı sonuçları doğurur. Rica ediyorum tamamen size ait, tartışma hakkımız olan kişisel aidiyetlerinizden sıyrılarak aşağıdaki noktaları tartışalım.
- Bu dünyada ve hatta bildiğimiz kadar ile olan evrende iç güdüden öte düşünceleri ile hareket eden tek varlık bizleriz. Yani insanlar.
- Biz önce düşünürüz. Tartışmıyorum her ne düşünüyorsak düşünürüz. Sonra o düşüncenin sonucunda fiziksel eylemlerimize geçeriz. Tartışmıyorum her ne yaparsak yaparız. Yani düşüncelerimiz neden fiziksel eylemlerimiz sonuçtur.
- Nicelik/nitelik kavramına olan yaklaşımımız düşüncelerimizin Yani nitelikten yoksun bir niceliğe (sayılara/fiziksel sonuçlara) önem vermek düşünce sistematiğimizin bir sonucudur. Örneğin: % 1234 büyüdük, bu iyidir önermesi, bu matematik değere olan inancımızın sonucudur.
- Eğer düşüncelerimizin yaşadıklarımızın nedeni olduğu konusunda mutabıksak (mutabık değilsek o zaman davranış nedenlerimizin kaynağı nedir yazarsanız çok sevinirim) -hadi bugünü bırakalım- yarından itibaren yaşayacaklarımızın nedeni de bugünkü düşüncelerimizdir kavramında mutabık olmamız gerekir. Eğer bu kavramda da mutabıksak (aslında nasıl olur da mutabık olmayabiliriz tekraren) o zaman önce;
- Sınırları değişemeyecek olan coğrafyada özellikle bizim de dışımızda değişen teknoloji, iklim, doğa vb veri durumları dikkate alarak nüfusumuzun hangi zaman diliminde hangi nitelik ve nicelikte olmasına karar vermemiz gerekiyor. Sonra, bu nitelik ve nicelikteki nüfusu
- Nasıl besleyeceğimize (doğal tarım, sınai tarım, yerli üretim, ithal vb)
- Sağlıklı yaşamı nasıl sağlayacağımıza (koruyucu, tedavi edici sağlık politikaları vb)
- Nasıl eğiteceğimize ( öneğin: Yüzden fazla üniversite mi?, bilim üreten üniversite mi? vb) (tabi ki eğitim sadece üniversite demek değil. Hatta üniversitelerin eğitim kurumu olmadığına inanırım. Üniversite bilim üretir bana göre.)
- Nasıl kentleşeceğimize (Kentleşme yapılaşmanın dikey veya yatay olması ile sınırlanamaz. Bizatihi kentleşmenin kendisi tartışma konusu olmalıdır.)
- Özellikle günümüzde sanayileşme algımızın ne olacağına (fiziksel üretim mi yapacağız, yoksa bilgi teknolojisi mi üreteceğiz)
- Doğamıza ve kültürel varlıklarımıza nasıl sahip çıkacağımıza
- İnsan hakları (ne yazık ki özellikle ve öncelikle kadın hakları), adalet ve doğal olarak bu kavramlar için nasıl bir siyaset ve hukuk sistemi kuracağımıza (özgürlükçü, disipliner vb) karar vermemiz gerekiyor.
- Sınırları değişemeyecek olan coğrafyada özellikle bizim de dışımızda değişen teknoloji, iklim, doğa vb veri durumları dikkate alarak nüfusumuzun hangi zaman diliminde hangi nitelik ve nicelikte olmasına karar vermemiz gerekiyor. Sonra, bu nitelik ve nicelikteki nüfusu
(Listeyi uzatmayacağım bence yeterli.)
Ama sakın “Bu kararlar siyasetin işi, biz niye oy veriyoruz?“ demeyin. Hayır öncelikle bu kararlar bizimdir. Siyaset, iktidarı ile muhalefeti ile bizim tercihlerimizin sonucudur ve asıl kaynak biz olduğumuza göre siyaseti suçlayarak yaşadıklarımızdan kendimizi soyutlayamayız.
Lütfen düşünün eğer sürekli aynı sonuçları yaşıyorsak o zaman değiştirmemiz gereken beynimiz ve doğal olarak beynimizin düşünce sistematikleri değil midir?
Fotoğraf : David Cassolato