O Eski Günler (1)

Çocukluğumuzda delikli para (yüz para =2.5 kuruş) kullanır, tanesi 1 kuruşa bisküvi alır, 2 bisküvi arasına lokum konur,  o vakitler suyu hayli temiz olan Haliç’in “Kalafat Yeri”nde yüzülürdü. Haydarpaşa- Kadıköy arasını Çankırı’lı kayıkçıların kayıklarıyla geçer, yaz geceleri hemen her akşam yazlık sinemaya giderdik. Doğan Kardeş çocukluk, Akbaba ise gençlik yıllarımızın en keyifle okunan dergileriydi. Futbol topumuz ağızla şişirilen şambrelli idi ve meşin kısmını (topun ömrü uzun olsun diye) kuyruk yağı ile sıvar, 3 gün kurumaya bırakırdık. Küçüklüğümüzde çelik-çomak, misket, dekman oynar, hula-hoop çevirir, kandil ve ramazanlarda karpit patlatır, yakılan ateşe gazyağı püskürterek eğlenir, kapı kapı dolaşıp “yağ parası-bal parası” diye müzikal bir sesle para toplardık. Tom-miks, Teksas, Zagor, Pekospill okur, bunları aramızda değişirdik.

Araba plakaları ŞEHİR adı ve 6 rakamdan oluşurdu. Boş İstanbul trafiğinde bir arabaya sahip olacağımızı düşleyemezdik. Musluk suyu içilir, yine de su satıcılarının (eşek ile eşeğin her iki yanında su tenekeleri bulunan) yani sakaların çıngırakları duyulurdu. Yoğurtçuların omuz üstünden geçen bir çubuğun her iki yanına asılı tepsilerde sattıkları yoğurdun kalitesine ve kaymağına doyum olmazdı. Pardesülerimizin adı, markasıyla bağdaşık olarak ’İmperteks’ idi ve katlanıp fermuarlı çantasına konulunca cüzdan kadar olurdu. İlkokulda Amerikan yardımı ile oluşan süt tozundan yapılan süt ile balık yağı hapı ve Amerikan peyniri verilirdi. Bunları içmek ve yemek zorunlu idi.

Bayramlarda komşular ve akrabalar ziyaret edilir, mendil, bazen de mendil içine kağıt para sıkıştırılırdı. Komşuluk çok gelişmiş bir sosyal ilişki olup, ”bir maniniz yoksa annemler size gelecek” diye çocuklarla haber yollanırdı. Bayram yerleri hemen her semtte vardı ve coşku dolu idi. Okmeydanı denilen semtte sporcular ok atışları yapar, o yılların Balkanlarda da adını duyurmuş ünlü okçusu Yücel Cavkaytar’ın genç yaşta ölümüne milletçe ağıt yakılırdı. Ahmet Tarık Tekçe, Necdet Tosun, Suphi Kaner, Vahi Öz’ün filmleri zevkle seyredilir, renkli-sinemaskop filmler hayal bile edilemezdi.

Sefertası ile okula ve işyerine gidenler ‘’anne mamülü” yemekleri bunlarla taşırdı. “Francala” diye bir lüks ekmek vardı. Job traş bıçaklarının radyo reklamı ve yine bir radyo programı olan ”Orhan Boran ve Yuki” çok sevilirdi.

Mithatpaşa(İnönü) stadyumunun bir deniz tarafı bir de Gazhane tarafı vardı. Ligde her takım hem cumartesi hem de pazar maç yapardı.Kasımpaşa, Adalet, Feriköy, Beyoğluspor gibi takımlar bu ligde oynar, Beyoğluspor’un futbolcularının adı Niko, Yorgi, Laki türü isimlerden oluşurdu. Gittiğimiz maçlarda Metin Oktay’ı, Lefter’i, Mehmetçik Basri’yi izlerdik. Mithatpaşa’da parası az olanlar için “duhuliye”denilen, tribünlerin en altında yer seviyesinde 7.5 liraya ayakta maç izlenen bir tribün vardı. Top toplayıcılara aldığı parayla ilintili olarak 2.5’luk denilirdi. (2.5 lira)

Tramvaylar, İstanbul’un her iki yakasında da en önemli toplu ulaşım araçları idi. İki vagonlular da ön taraftaki kırmızı renkli vagon beş, yeşil renkli arka vagon üç kuruş idi. İstanbul sokaklarında atlı araba hiç yadırganmaz, eşyalar ya bunlarla ya da burunlu kamyonetlerle taşınırdı. Sinemalarda 2 bazen de 3 film üst üste oynar ve “devamlı matine” olurdu. Yani herhangi bir anda sinemaya girmek mümkündü. 75 kuruşa üç film seyredilebilir, Vapurla karşıya 15 kuruşa geçilirdi. ‘’Tayyare Alkış Piyangosu” isimli bir piyango vardı.

Yassıada’daki Demokrat Parti’nin yargılanmaları radyodan naklen dinlenir, Hakim Salim Başol’un her gün duruşmanın başında söylediği ”Sanıklar getirildiler, bağlı olmaksızın yerlerini aldılar, müdafiler hazır, açık olarak duruşmaya devam edildi” sözleri neredeyse tüm dinleyenlerce ezberlenir, hazır kelimesini ‘haaazır’ diye uzatarak söylemesine her defasında gülünürdü.

Genelde ahşap evlerde oturulur, alafranga bir tuvaletin ne menem bir şey olduğu bilinmezdi. Tuvaletlerde tuvalet kağıdı yerine “taret bezleri” asılı durur, hemen hepsinde takunya ve ibrik olurdu. Beyoğlu’na çıkmak bir olaydı. Mutlaka şık giyinilmeliydi. Kravatlar ipince, paçalar son derece dardı.

Şecaattin Tanyerli’den tangolar dinlemek çok popülerdi. Sulhi Garan’ın radyodan anlattığı maçlarda insanın kalbi heyecandan duracak gibi olur, Burhan Felek’in yine radyolu güreş ve balık sohbetleri ile Eflatun Cem Güney’in ”Gökten 3 elma daha düştü” diye biten masal ve hikayelerini yine radyodan dinlemeye doyum olmazdı.

Devam edecek…

Fotoğraf : Alexandre Moreira

 

Hakkında Yaşar Morpınar

Ayrıca Kontrol Et

O Eski Günler (3)

Her Cumartesi “Türkiye Radyoları”nda 21:15’te Zeki Müren’in “Merhabaaa sevgili dinleyicilerim” diye başlayıp “Allahaısmarladıııık” diye biten, …

Bir yanıt yazın

Translate »