İlk 11 yılım Kasımpaşa’da geçti..O yıllarda müzikal bir pazarlama tekniği ile macun satan roman çocuklarından, gözüm hep darbuka çalana takılırdı, nedense..Sonra annem Eyüpsultan’dan toprak bir darbuka aldı..İşte ondan sonra elimden darbuka ve de bir dolu vurmalı çalgı hiç düşmedi..
Üniversitede olsun, iş ve sosyal yaşamımda olsun, vurmalı çalgılarla etkinliklere katıldım, etkinlikler düzenledim.. Yıllarca da genel adı perküsyon olan alet grubuna giren 100’lerce enstrüman topladım..Ve bir gün baktığımda ben bir perküsyon enstrümanları koleksiyoneri olmuşum..E peki bunca aleti biriktirmenin kime ne faydası olacaktı? Işte bu soruyu kendime sorduğum gün, 2006 yılında bir arkadaşımın genel koordinatör olduğu İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nin ilk onaylı projesi olan Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın, “Kültür Karıncaları 2010’a koşuyor” isimli projesinde, bir ritim gönüllüsü olarak görev almada buldum kendimi.. 2010 yılına kadar hafta sonları olmak üzere 42 farklı ilköğretim okulunda 6.sınıf öğrencilerine toprak, su, hava, ateş elementlerinden su elementinin geçmişini, cari durumu ve geleceği ile ilintili anlatımlarımı koleksiyonumdaki nadide ritim aletlerimi kullanıp ilgiyle izlemelerini sağlayarak gerçekleştirdim. Aynı yıl, yani 2016’da, bilahare Bakırköy’e taşınan Paşakapısı Kadın Cezaevi’nde kurumun psikoloğu Yücel Sezer tarafından kadın mahkûmlarla bir ritim çalışması yapabilirmiyim şeklinde şahsıma yapılan bir davet sonrası, o gün başlayan ve başta çocuk ceza ve ıslah evleri olmak üzere 7 farklı cezaevinde yıllar süren ritim serüvenime başladım…
Ve bir gün…
Bakırköy Kadın Ceza İnfaz Kurumu’nda 15-18 yaş grubu mahkumlarla ritim çalışması yapıyoruz..Yıl 2008..
Spor salonunu açıyorlar bize..Çünkü bende enstrüman çok..Yayla gibi yer diye ben de her gidişte yanınmda götürdüğüm enstrümanlarımın sayısını arttırıyorum.. Perküsyon enstrümanları koleksiyoneri olup çok kıymetli aletlerim olmasına rağmen, o aletlerin değerini falan düşündüğüm yok.. Değer olarak gözümde sadece o genç kızlar, onlara katkım ve onların geleceğine dair kaygularım mevcut..Yoksa bir veya bir kaç enstrümanım o hengâmede, X-Ray’lerde ya da götürüp getirirken kırılmış, umurumda değil..Dedim ya tek umurumda olan şey; o gençlere bir katkı sağlamak, haftada bir benimle geçirecekleri 1.5 saatlik süre içinde, içinde bulundukları zor koşullardan soyutlanabilmek..
Biz salonda bir kaç infaz koruma memuru eşliğinde 12 genç kız ile çalışırken, ortalarda 5 yaşlarında bir çocuk dolanıp duruyor ama öyle böyle değil, felaket yaramaz bir yavrucak..Enstrümanlara geliyor, bakıyor, tekmeler savuruyor, itiyor, kakıyor, koşuyor ve konsantrasyon bırakmıyor..Infaz korumalar “alalım mı hocam dışarı ” dediler..”Hayır, o çocuk, oynasın, önemli değil” dedim..Adı Burak’tı..Annesi, babasını öldürmüş, 18 yıl hapse mahkum olmuş, kreşte büyüyormuş çocukcağız..Sıkıldıkça da infaz korumalara yanaşıp, vaktini onlarla geçirmek istiyormuş..Her hafta olmasa da bir kaç haftada bir Burak’a spor salonunda rastlıyor, iyi iyi davranıp diyalog kurmaya, hatta ona da bir kaç ritim öğretmeye çalışıyordum..Bizim oradaki çalışmalarımız , adını ritim eğitimi verdiğim kızların koyduğu “Hoca’nın Melekleri” isimli ritim grubunun bir 23 Nisanda dönemin Adalet Bakanı M.Ali Şahin’in ve Türkan Saylan’ın da katıldığı törende verdiğimiz, bakan ve milletvekillerinin de ayakta alkışladığı bir konserle nihayetlendi..
Aradan 2 yıl geçmişti..
Karagümrük’te Geleceğimizin çocukları Vakfı’nda kimsesiz ve muhtaç çocuklarla ritim çalışması yapıyoruz..
Bir ara bir çocuk yaklaştı yanıma.. “Seni tanıdım” dedi..
Ilk anda çıkaramadım ama ben de onu bir yerlerden hatırlıyor gibi idim..
“Sen o hocasın” der demez anladım; Burak’tı o..
“Ne yapıyorsun burada dedim” ..
“Buradayım artık ben” dedi..
“Niye?”dedim..
‘Niye’ kısmını yanımızda olan görevli açıkladı..
“Annesi hapiste, sanırım.oradan tanıyorsunuz, 6 yaşını geçince hapishane kreşinde kalamıyor, buraya bize teslim ettiler çocuğu ” dedi..
“Ya annesiyle ilşkisi” diyecek oldum..
“Bir kaç haftada bir hapishaneye götürüyoruz ” dedi..
Burak 7 yaş civarında idi..
2-3 yaşlarında annesiyle girdiği hapishanede 4 yıl kadar yaşayıp şimdi de bu Vakfa gelmişti..
Ritim çalışmalarına gittikçe soruyordum Burak’i..
Bazen görüyor bazen de görmüyordum..
Oradaki çalışmamızı da Vakfın, dönemin İstanbul Valisinin de katıldığı Hilton Oteli’ndeki bir konserimizle bitirdik..
Şu sıralar 17 yaş civarında olduğunu tahmin ettiğim Burak’ı bir daha hiç görmedim..
Yolu açık, şansı bol olsun..
Umarım, annesi de erken tahliyeden yararlanıp, çıkıp, oğlu ile bir daha ayrılmamacasına makûl koşullarda yaşıyordur..
Bu hikâye aklıma geldikçe boğazım düğümlenir, gözlerim sulanır..
Fotoğraf : Miguel Á. Padriñán